dülger balığıyla sahilde gezebilme ihtimalim
dülger baligiyla sahilde bir gezinti yapmak isterdim.
birgün ona, bugün emirgana gidelim mi ne dersin, dedigimde bana şöyle bir baktı ve:
birgün seninle emirgana geleceğim ama bugün değil, dedi.bunu o kadar sert ve hükmedici bir sesle söylemişti ki ona nedenini bile soramamıştım. sonraları zaman zaman ona tekrar bu teklifi yapmak geçti içimden ama bunu ondan bekledim. o gun malesef gelemedi. simdi ne zaman emirgana gitsem yahut rumeli hisarına o geliyor aklıma. bu sahillere her gidişim yakın arkadaşlarımla olur. emirgan, bebek, rumeli hisarı ve karşı yakada onları karşılayan beylerbeyi ve çengelköy güneşli ve ılık, bazen de sıcak sandığımız ama bizi serinle karşılayan, günlerin semtleridir .çoğunlukla da günlerden pazardır. insanın, benim, o mesafeleri katetmeye değdiğini düşündüğü dostlarıyla geçirdiği sıcak, huzurlu ve mutluluk dolu pazar günlerinin semtleri. bugün gene öyle birgündü. emirganda az biraz üşüyerek çay içerken, içimden yanımdaki arkadaşıma söylediğim bazı cümleleri seslendirmeye değmeyeceğini düşünüp susuyordum. havadan sudan cümlelerdi bunlar ve o zaman bana gereksiz geliyordu. halbuki az sonra arkadaşımın bana başka biçimlerde söylediği bu cümleleri duydukça dülger balığına havadan sudan bahsetmenin bizim için ne kadar önemli olduğunu yazdığım geldi aklıma. sonra dülger balığının o gün neden o kadar sert ve kesin bir biçimde teklifimi reddettiğini düşündüm. hayat bazen insanın karşısına garip tesadüfler çıkarır ya, işte tam o anda da öyle oldu. karşı yakayı bütünüyle arkasında bırakan devasa yük gemisi sadece beni, arkadaşımı değil, hayrette bırakacak bir biçimde kayıp gidiyordu. karşının güzelim yeşilliğini arkasında bırakırken ben büyük bir bencillikle kızıyordum ona. ve korkuyordum ondan. oysa bu insan yapımı dev yaratık dülger balığının masmavi gökyüzünü ve su yüzünü kısa bir süre için de olsa kapkara ediyordu. gökyüzünden geçen her parçalı bulutun benim içimi karartması gibi o da dülgerciğimin içini karartıyordu. üstelik ben keşke araba sesi de olmasa diye düşünürken o canavarın sesini duymuyordum bile.
gökyüzü yılın en azından dört ayı pek de kara bulutlara bürünmüyor şehr-i istanbulumuzda. ama bu yük gemileri yıllardır yaz kış dinlemeden artık yaşamayan dülger balığının dünyasını hergün karartmaya devam ediyor. bıraktığı zehir de cabası.
keşke hayatta olsaydı da ondan özür dileyebilseydim. hep kendimi düşündüğüm için.
birgün ona, bugün emirgana gidelim mi ne dersin, dedigimde bana şöyle bir baktı ve:
birgün seninle emirgana geleceğim ama bugün değil, dedi.bunu o kadar sert ve hükmedici bir sesle söylemişti ki ona nedenini bile soramamıştım. sonraları zaman zaman ona tekrar bu teklifi yapmak geçti içimden ama bunu ondan bekledim. o gun malesef gelemedi. simdi ne zaman emirgana gitsem yahut rumeli hisarına o geliyor aklıma. bu sahillere her gidişim yakın arkadaşlarımla olur. emirgan, bebek, rumeli hisarı ve karşı yakada onları karşılayan beylerbeyi ve çengelköy güneşli ve ılık, bazen de sıcak sandığımız ama bizi serinle karşılayan, günlerin semtleridir .çoğunlukla da günlerden pazardır. insanın, benim, o mesafeleri katetmeye değdiğini düşündüğü dostlarıyla geçirdiği sıcak, huzurlu ve mutluluk dolu pazar günlerinin semtleri. bugün gene öyle birgündü. emirganda az biraz üşüyerek çay içerken, içimden yanımdaki arkadaşıma söylediğim bazı cümleleri seslendirmeye değmeyeceğini düşünüp susuyordum. havadan sudan cümlelerdi bunlar ve o zaman bana gereksiz geliyordu. halbuki az sonra arkadaşımın bana başka biçimlerde söylediği bu cümleleri duydukça dülger balığına havadan sudan bahsetmenin bizim için ne kadar önemli olduğunu yazdığım geldi aklıma. sonra dülger balığının o gün neden o kadar sert ve kesin bir biçimde teklifimi reddettiğini düşündüm. hayat bazen insanın karşısına garip tesadüfler çıkarır ya, işte tam o anda da öyle oldu. karşı yakayı bütünüyle arkasında bırakan devasa yük gemisi sadece beni, arkadaşımı değil, hayrette bırakacak bir biçimde kayıp gidiyordu. karşının güzelim yeşilliğini arkasında bırakırken ben büyük bir bencillikle kızıyordum ona. ve korkuyordum ondan. oysa bu insan yapımı dev yaratık dülger balığının masmavi gökyüzünü ve su yüzünü kısa bir süre için de olsa kapkara ediyordu. gökyüzünden geçen her parçalı bulutun benim içimi karartması gibi o da dülgerciğimin içini karartıyordu. üstelik ben keşke araba sesi de olmasa diye düşünürken o canavarın sesini duymuyordum bile.
gökyüzü yılın en azından dört ayı pek de kara bulutlara bürünmüyor şehr-i istanbulumuzda. ama bu yük gemileri yıllardır yaz kış dinlemeden artık yaşamayan dülger balığının dünyasını hergün karartmaya devam ediyor. bıraktığı zehir de cabası.
keşke hayatta olsaydı da ondan özür dileyebilseydim. hep kendimi düşündüğüm için.
0 Comments:
Post a Comment
<< Home